hiç...


.........



Bir şeylerin değişme anlarında karanlığıma ışık olmalısın. Ben yönümü seninle bulmalıyım. Ellerimin hüzün duvarlarındaki izlerini silmeli ellerin. Gözlerimin mavisinde süzülü kalan kaygılarımı almalısın benden. Satırlara sinmiş her yaşanmışlığın ya da yaşamak arzusunun, dudaklarımın arasından asla telaffuz edilmeyeceği gibi kalmamalı.




Senin dışında bir hayat daha akar giderde görmezsin. İlklerin ilkesizligi, kuralsız bir hayatta hep malubiyet zerzeniş bu yolun gidişi. Henüz gözlerin kadar derin bir mağbetin büyüsü yaşanmadı gerçekliğimde. Bilirim yaşanmayacakta. Sen nerdesin, hangi düşlerin seni benden bir parça daha ötelere göndermekte? Aklımın alamadığı yerde bütün kapıları açan ellerini tutamamak ki bir ömür ızdırap. Ben gitmelere gebe kalmanın sancısındayım. Senden her adım uzaklaştığımda kavrulurcasına sana yaklaşmak. Nasıl bir çıkmazın çelişkisidir bu? Şimdi bir keman tınısında süzülen yaşların ve sana sesiz yakarışların eşiğinde bir hayat durmuş bakmakta. Görsende susarsın puslu hayatının bana ait olmadığını bildiğim o kısmında. Dışlanmış mıydım ben, neydi bu uzaklaştırmaların? Dudaklarımdaki ateş bu kadar günah mıydı? Kehanet sendin benim yollarımda. Sendin geleceğimin gözleri ki benim sonumdu senin avuçlarında. Ve ben görüyordum, bir kelebek kanadı daha çok çırparak ışığıma kavuşup ölmenin telaşında. Olsun diyordum bu güz sancıları geçecek. Sadakatin kırıklığı da kalsa, seni sensiz yaşamak düşsede anılarıma, ben vazgeçmedim senden. Apansız bir ölüm gibi sevmek, ben ölmeye bile aşık oldum senin yolunda.




Bir şarkının nakaratında kaldım hep. Senin dilinden düşmesem yeterdi bana. Bu kadar önemserken senli anları, kaybolmamalıydı o büyülü huzurun ve ben asla kaybetmek istemedim. Anlatamadım ki, her çırpınışımda biraz daha battım gözlerinin beni kurtarmak istemediği o batakta. Oysa aşka müptelaydı ruhum, görmedi kimse. Sunmak için çıldırdığım sevda düşlerim vardı, bakışlarda kurşuna dizildi kaldı. Ben öldükçe çoğalırım zamana, aşk benim ve ben ölümsüzün bu hayatta.


Bu kapının ardında bir çocuk yüreği, bir parça umut var. Hadi uzat ellerini, ellerin düşlerim kadar güzelse, çekinme dokun şeffaflığıma ve beni o umutlarla sar. Sen bu kapıyı açacak kadar yürekliysen, yürü durma o ışıklı yolun tarifsiz güzel tılsımlı hallerine.




Gördüklerimiz miydi doğru olanlar, yoksa gözden yitenler miydi? Beklenen neydi hayatın çıkmazlarında? Bizi apansız nefessiz bırakan bu yaşamak denen güruh neydi? Toprağın yüzünde yaşamak ve yağmuru karşılamak bağrında. Hani cümle aleme yol, cümle aleme yaşamak olmak. Derdim buydu ömrümün, ıssız kıyılarında. Kaldırımlarda bırakılan ayak izlerinin sesliğinde yazılan hikayelerin çokluğunda kalıplaşmış yaşmalar. İç içe geçmiş halkalar gibi hikayemin içinden geçecektir bilinmez hikayeler. Anne karnı huzurunu yaşamak arzusu sarar hepimizi o apansız gidişlerin ve bitişlerin ardından aradığımız. Ve özlemlerimizi çoğaltmak içimizi yakan bir melodinin can alan anlarında. Anıları sakladığımız kutudan çıkartıp yenilemek bir tebessümle ve ardından ılık ılık süzülür yüzümüze yaşanmışlıklar. Ardından bir isyanın elçisi bir nakarat kopar içimizden “cam kırığı gibi doldun içime”. Düşe kalka büyüdüğümüz zamanlar asla geride kalmaz, önümüzde engellerin çoğalttığı bir düş kırıklığıyla başımız ellerimizin arasında, ay ışığının odamıza süzüldüğü o yerde. Huzur kelimesinin evle birleşmesinde bile huzuru bulamamak hayatımızın son nefesine geldiğimizde ki, anlamak huzurumuz dediklerimizi terkketmelerimiz huzursuz ömürler çoğaltmakmış, uzaklaşmakmış aradığımız o duruluğun kendisinden.
0 Responses